19.yy modernist aydınlarının en büyük derdi, kalabalığın içerisinde şekillenen yeni yaşam biçimlerinin içerisindeki duruşlarını belirleyebilmektir. Şehirler hiç bir zaman bu kadar kalabalık olmamış değildir elbet, ama modernitenin insanı makineleştiren, ilişkilerini ve yaşamını baştan kurmasına ihtiyaç duyduran yapısı, manevi ve maddi modernite arasındaki ikircikliğin ve geçişlerin oluşturduğu buhranlar, yeni gelişen bulvar, arkad gibi mekan biçimleri, 19. yy’daki şehir insanını, diğerlerinden farklı bir konuma yerleştirir. Birey, kendinin bilincindedir, ama kalabalık içerisindeki duruşunu ve sürekli artan etkilere karşı geliştirmek durumunda olduğu tepkilerini henüz ayarlayamamıştır. Flaneur bu dönemde doğar, aylakça gezen duran aydınların modern sahne üzerine bakıp-düşünme aracıdır bir nevi. Çünkü aydınlar, taraf seçmek durumundadır, tüm bu gelişmelere karşı.
19.yy kentlerin yüzyılıdır demiştik. İşte bu kentlerin başı ise Benjamin’in deyişi ile Paris’tir. Ve Paris’in bu dönemini, tüm ikircikliği ile anlatan en etkili yazar da Baudelaire hiç kuşkusuz. Paris kenti Hausmann ve reformları ile baştan aşağıya şekillenir, bulvarlar eski kenti parçalayıp, yeni bir yapıya dönüştürürken, sınıfların kentsel dağılımını ve birbirleri arası ilişkiyi de değişmektedir. Aynı şekilde gören ve görülenler de. Milyonlarca gözün kenti haline gelir Paris. Artık, bu yeni oluşan kentsel sahne, zenginin olduğu kadar fakirin de görülmeyi arzuladığı bir yerdir. İşte ‘’Yoksulun gözleri’’ böyle bir arkaplanda geçer. Henüz yeni yapılmış olan bir bulvarın, eskiyi hatırlatan yıkıntıların da hala görülebildiği, buna rağmen, ışıl ışıl yapısıyla gözleri alan cafe’den süzülen ışığın kendi içini değil sadece, onunla birlikte tüm çevreyi bir masalsallığa sürüklediği sahnede, bu ışığın ve yeninin hiç ulaşamayacakları, içerisinde bulunamayacakları mizansenin cazibesine kapılan yoksulların cafe’den içeriye bakışlarıdır, içerideki çiftte rahatsızlık duygusu oluşturan.
Ötekiye duyduğumuz tepkinin şiddeti veya tahammülsüzlüğümüz, içimizdeki yansımasının kuvveti kadardır. İlişkimiz ise sürekli bir sınırlama, gözümüzden ırak tuttuğumuzun gönlümüzden de ırak kalmasını dileme, ve empati kurma çabasını yakınlığında değil de ile ifade edilecek hale sokmakla biçimlenir durumda hala daha. 21. yy’ın bulvarları medya ve internet; sınıf, din, dil, ırk ayırt etmeden herkesin yaşamını herkese sunuyor. Fakir, gözlerini açıp, herhangi bir atılma tehdidi olmadan zengin’e uzun uzun bakabiliyor, onu rol modeli olarak alabiliyor. Yaşam tarzları öteki ile içli dışlılığın sağlıksız bir tezahürü sonucu tehdit altına giriyor. Sürüden ayrılmanın yolu ise hep daha da özelleşen ezoterik kümelerin içerisine doğru girmek olarak gösteriliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder