6 Mayıs 2008 Salı

‘ŞEY’SİZLİK

‘ŞEY’SİZLİK

Suprematizm ‘yeni sanat eseri’ni arar. Avant Garde’ın en etkili seslerinden biri olarak. Sanat eserini arayış yolunda, onu özgürleştirmek- açığa çıkarmak adına ilk kurtulunacak olan ona atfedilen işlevdir. 

Gündelik yaşam, objelerini ve sanat eserini kullanıma sokma yönünde sanat eserini etkiler. Sanat, objelikten ve objelerden kurtulduğunda yani faydacı rollerini yitirip örneğin bir müzede sergilenmeye başladığında, ölümsüz olur, ‘vaadedilen topraklara’ ulaşır. Yeni sanat eseri, ne dine ne devlete hizmet edecek, ne tarih ne de objeler ile uğraşacaktır. 

Yeni sanat eserinin özü saf ‘duygular’dır. Önceki ‘Nesnel’ sanat eserleri duygusuz değildir elbette. Ancak nesnelerin gerçekçi betimlemesi, Malevich’in ifadesiyle ancak o duygunun bir yansımasını ifade etmek için kurtunulması gerekilen araçtan başka bir şey değildir. saf duygu ise objeden bağımsız kılındığında ortaya çıkar. Kalıcı ve sarsılmaz olan hiç bir şey yoktur objeler dünyasında. Hiç bir şey önceden belirlenmiş değildir. Bu rota ise objesizliğe götürür. 

Ama, objesizlik tanıdığın hepten geri çekilmesiyle ‘tanıdığımız ve sevdiğimiz her şeyin ortadan kaybolmasını’ da beraberinde getirir. Sadece saf bir duygudur ulaşılan-amaçlanan-sanatın temeli olarak görülen. Ama kanaatimce bu iletişimsizliği ve bir noktadan sonra anlamın yitimini de beraberinde getirir. Aldo Rossi, en temeli ararken arketipleri bulur, ve bunlar üzerinden  evrensel bir iletişim kurarken, Suprematizm’de yıkılan ve yok edilenin yerine gelen iletişim kurmayı ve ifade etmeyi zorlaştıran bir ‘şeysizlik’ durumudur. Bu durum sarsıcılıkla dolu bir duygu dışında, sanatın ifade etmek zorunda olduklarını ortaya koyamaz hale getirmez mi? 

Ama bu noktada ‘insanın içerisinde var olan duygular insandan daha güçlüdür, ve bu duygular bir çıkış noktası ararlar’ diyen Malevich belki de nesnesizliğin dışa vurduğu duygunun insanın tanımlayamayacağı, tarifleyemeyeceği bir şey olduğunu da ifade etmektedir. ‘siyah kare: duygu, beyaz zemin: bu duygunun ardındaki boşluk’ Peki bundan ilerisi nedir? beyaz kare: beyaz zemin: tamamiyle boşluk! Yitti işte her şey. 

Kare değişir, ve duygulardan yola çıkan formlara bürünür. Uçak olur kare, hız ihtiyacının, uçmanın ‘şey’leşmesi ile.  

‘Resimde söylediklerimizi söyledik, şimdi sıra mimarlıkta’ 

İki boyutlu tuvali ‘yitirdikten’ sonra üçüncü boyuta mekana ve mimarlığa sıra gelir.  

Artık kanvas üzerinde çalışmak ancak ‘bilinci düzlemi aşamayan insanların düz bilinçlerine mahsustur.’  Yaşam, geçmişten ve onun dağınıklığından kurtulunca  normal evriminin yoluna devam eder.  Geçmiş, klasik ve eklektik olan her şeyden kurtulmak demektir. Sürekli bir yenilik ihtiyacını vurgularcasına, yeniliğin sürekliliğini vurgularcasına, artık arabanın bile eski olduğu,  uzayın ve uçağın gereksinimlerine uygun yerler ‘yarın ikamet edilmeye’ uygun olabilecektir. 

İnşa edilmiş çevrenin, yaşam tarzı ve düşünceyi etkilediği bir gerçektir. Ve modern insanın antik kalıplara dökülemeyeceği, ‘modern pantalonlar giyinip, Roma lejyonerlerinin kaskını takan’  özü ile görünüşü farklı olan bir yapıda olamayacağı aşikardır.  Bu nedenle, öğrenilmesi gerekse de klasik antikiteye bel bağlanamaz formlar için. Her yeni düşünce, ona uygun bir formları da beraberinde getirmelidir ve bu formlar modern insan için ‘bugünün düzleminde hareket eden ilişkiler’den çıkacaktır. 

Tüm bunları okurken bir şey  daha çarpıyor yüzümüze. Dünyayı saran izm’lerin-ekollerin olamadığı, çoğulluk ve parçalanmışlık içerisinde her şeyin yer alabildiği bir yapıda heyecansızlığımız. Yıkamıyoruz çünkü yıkmaya değer hiç bir şey yok neredeyse. Sadece var oluyoruz bir şekilde, eklemlenerek. 


Ve ne yazık ki artık hiç bir şey bizi sarsamıyor. 

Hiç yorum yok: